Balcam Sultan nerede Karacalar’la alakası ne? Aşık Yoksul Derviş - Şemsettin Kubat
15/06/2014 15:33
Aşık Yoksul Derviş - Şemsettin Kubat
1943 yılında Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesi, Karacalar Köyü'nde dünyaya geldi. Annesi Hatice, babası Seydi. 3 kız 2 oğlan kardeşin en küçüğü. Şiir yazmaya 12 yaşında başlar. 14-15 yaşlarında, Kuran dersleri aldığı Namık Hoca'nın yanında, Kuran-ı Kerim'i ezberler.
Babasının çiftçi yapmak istemesi üzerine 1959 yılında İstanbul'a kaçarak gider. Kötü Ahmet, Kartal Cevizli Dokuma Fabrikası'nda ve Taşlı Tarla Rami'de Büyük Dokuma Fabrikasında işe başlatır. Hem okur hem de hafızlık eğitimi alarak mezun olur. Bu güne kadar 12 kitabı yayınlandı. Şemsettin Kubat şiir yazma yanında aynı zamanda bir “Halk Ozanı”. Yurt içinde ve yurt dışında yüzlerce konserde sahneye çıktı. Ayrıca aşıklar bayramı, şairler şöleni, konser ve festivaller, seminer, sempozyum, panel ve çeşitli oturum ve konuşmalar, Anadolu inanç önderleri toplantıları, Yunus Emre Sevgi Yılı seminerleri gibi bir çok sempozyumlarda konuşmacı olarak bulunmuştur. Antalya, Isparta, Afyon, Aydın, Eskişehir, Ankara, Nevşehir illerinde semah zakirliği ve dergah temsilciliği görevlerinde bulunmuştur.
Babasının çiftçi yapmak istemesi üzerine 1959 yılında İstanbul'a kaçarak gider. Kötü Ahmet, Kartal Cevizli Dokuma Fabrikası'nda ve Taşlı Tarla Rami'de Büyük Dokuma Fabrikasında işe başlatır. Hem okur hem de hafızlık eğitimi alarak mezun olur. Bu güne kadar 12 kitabı yayınlandı. Şemsettin Kubat şiir yazma yanında aynı zamanda bir “Halk Ozanı”. Yurt içinde ve yurt dışında yüzlerce konserde sahneye çıktı. Ayrıca aşıklar bayramı, şairler şöleni, konser ve festivaller, seminer, sempozyum, panel ve çeşitli oturum ve konuşmalar, Anadolu inanç önderleri toplantıları, Yunus Emre Sevgi Yılı seminerleri gibi bir çok sempozyumlarda konuşmacı olarak bulunmuştur. Antalya, Isparta, Afyon, Aydın, Eskişehir, Ankara, Nevşehir illerinde semah zakirliği ve dergah temsilciliği görevlerinde bulunmuştur.
Kubat, Halk Ozanları Kültür Vakfı üyesi olup 5 çocuk babasıdır. Çocukları da bir kızı olmak üzere çocukları da saz çalıp onun yolunda ilerlemektedir. 3 halk Ozanı, 50 kadar sanatçı yetiştirmiştir. İlkokul mezunu olan Kubat, şiir yazarlığı ve Halk Ozanlığı dışında eski Türkçe-Osmanlıca araştırmacılığı ve imamlık yapmaktadır. Şiirlerinde kendisini Kadirî ve Hüseynî olarak nitelendiren Kubat, şiirlerini, aşk, sevgi, destan, deyiş, kardeşlik, dostluk, vatan sevgisi ve ilahi duygularla yazar. Tasavvufî konular yanında kahramanlık, vatan, millet sevgisi, şehitler, Mehmetçik, istiklal, Atatürk, orman gibi farklı temaları işlemiş.12 adet şiiri Fransızca'ya da çevrildi.
Yoksul Derviş’ten Hak Halil Hazretleri
ODAK Gazetesi Pazar Kahvaltıları bu güne kadar 14 konuk ağırladı. İş Adamları, Belediye Başkanları, Ağa, Genel Başkan, Eski Bakan. Her konuğumuz bizim için önemli. Her hafta kimi konuk alalım diye gündemimizde olan onlarca isim içinden birini seçmek gerçekten güç. Genelde peş peşe aynı tarz konuk almamaya çalışıyoruz. Her konuk önemli ve kıymetli, ama şunu açık yüreklilikle itiraf etmek zorundayım ki Emirdağ Karacalarlı Yoksul Derviş’in yeri bana göre hepsinden daha özel ve kıymetli. Adı üstünde Yoksul Derviş. Yoksul gelmiş Yoksul giden bir adam. Gerçek bir “Aşık”, gerçek bir “Halk Ozanı”, gerçek bir “Derviş”, gerçek bir “Alevi”, gerçek “Müslüman” gerçek bir “Vatansever”. Gerçek adını birçok kimse bilmez. Ama o yaşayan bir “Efsane”. Yaşarken heykeli dikilen bir Ozan. Yoksul Derviş’in asıl adı Şemsettin Kubat. Bilindiği ünlü türkücü Kubat’ın amcası.
Yoksul Derviş kimdir? Sohbete böyle başlayalım,
Yoksul Derviş’i anlatmadan Kubatoğluları kimdir önce ona bakmak lazım. Aslını Neslini bilmeden olmaz. Her zaman sorarlar aslınız nesliniz nereden geldi diye sorulur. Elde bir belge yok ama derler ki Kubatoğluları Selçuklu devletine ve Osmanlı padişahlarına yardım eden Kubatoğluları diye anılmış. Soy isim verilirken bizim dedemize soy isim verilirken güçlü kuvvetli adam anlamına gelen Kubat diyelim demişler. Çok güçlü kuvvetli bir adammış dedem. Kubatoğluları Orta Asya’dan gelen bir geçmişe sahip. Bizim dedelerimiz Türkler’in ilk Anadolu’ya gelişi zamanına dayanıyor. Derler ki bin çadırlık büyük bir kabile olarak gelmiş Kubatoğluları. Bu kabilenin bir kısmı Ankara Çubuk yakınlarında kalmış. Bir kısmı İzmir çevresine bir kısmı da Eskişehir’in Sivrihisar’ına yerleşmişler. Bizim dedemiz kardeşlerine demiş ki “Kardeşlerim göçer gezer insanlarız. Biz bu ovada kalırsak sinekler yer bitirir. Su yok ağaç yok biz burada yapamayız. 5 bin sürülü hayvan var burası bize uymaz der”. Kardeşleri diyor ki, “Gide gide usandık. Buraya yerleşiyoruz ve başka bir yere gitmeyeceğiz” derler. Bunun üzerine dedem tek başına bir asası ile kardeşlerini yüzlerce akrabasını ve sürüyü bırakıp onlardan ayrılıyor. Dedem çok akıllı bir adammış. Dedem geze geze Emirdağ’ın Soğukkuyu’suna geliyor. o zaman Soğukkuyu’da da 3 aile 3 kabile yaşarmış. Bu üç aileden biri Halil Usta. Dedem bu Halil Usta’nın yanında çoban oluyor. Bir süre sonra Halil Usta bakıyor ki dedeme, “Yahu bu adam ne çobanı. Bu adamda başka bir şey var” diyor. “Bu adam alim mi? Ulema mı? kendini yetiştirmiş zekalı bir insan mı?” diyor. Halil Usta’nın da bir kızı var. Buna kızımı vereyim diyor. Böyle bir adam benim damadım olsun diyor. Dedem o zaman çok genç olarak geliyor. Kızını verdiği dedeme biraz tarla ve hayvan veriyor. Dedem çok çalışkan ve kafası çalışan bir olduğu için kısa zamanda zenginliyor. Bursa’ya davar sürüsü götürürlermiş satmak için. Dedem ve karısının kardeşleri birlikte giderlermiş. Bursa’dan dönüşte öyle bir yere gelmişler ki çayır, çimen, ova, su her şey var. Tam yaşanacak yer. Dedem, “Kayınlarım burası harika biz buraya bir ev yapalım”. Kayınları tamam enişte harmandan sonra ola bilir yaparız demişler. Ama onların niyetinde hiç öyle bir şey yok.
Kubatlar ve Kadirliler akraba oluyor.
Karacalar’a nasıl geliyorsunuz?
Y.Derviş, Dedem harman zamanı geliyor dedem diyor ki kayınlarım hani bana bir söz vermiştiniz ne oldu diyor. Onlarda ne sözü deli olan yaşadığı yeri bırakıp gitmez demişler. Bunun üzerine dedemde, “Öyle ise bende burada durmam diyor. Ve her şeyini evini bırakıp ailesini alıp çıkıyor”. Dedemin çok beğendiği yer Konya civarında bir yer. Sonra dedem şimdiki Karacalar’a gelerek yerleşiyor ve bir kuyu açtırıyor. Kubatlar kuyusu. Bu kuyunun türküleri vardır. Dedem buraya 9 kızı ve üç oğlu ile buraya bir ev yaparak yerleşiyor. O dönemde yaşantı bir aile damatları, gelinleri, torunları ile bir köy olacak kadar bir nüfus olurlarmış. Karacalar’a girişte geniş bir yer var. Buraya da Yozgat çok kalabalık bir aile gelip yerleşmiş. O zaman onların düşmanı varmış. Düşmanları onları araya araya burada buluyorlar. Demişler ki anasının karnında bile erkek çocuk varsa öldüreceksiniz. Bu aileden geriye bir tek erkek kalmayacak demişler. Yozgatlı bu ailenin tüm erkeklerini öldürmüşler. O sırada köyde olmayan bir kadın ve küçük çocuğu dağdan geliyormuş. Kadın çocuğun ağzını kapatarak sesinin çıkmasını engellemiş ve saklanmış. Düşmanları köyün tüm erkeklerini öldürdükten sonra Belce’den ayrılıyorlar. Yaklaşık 500 kadın arasında bir tek o çocuk kalmış. Çocuğun adı Kadir. Bu aile bizim köyün yakınlarına geliyorlar. Dedem buraya geldiğinde bir tek Koca Kadir var, birde dedem var. Dedem buraya geldiğinde Koca Kadir büyümüş ve evlenmiş. Dedemle, Koca kadirlerin arasında bir patika yol var oradan bir birlerine gidip geliyorlar. Bu arada birde Laz Ahmet diye biri yaşıyormuş. Çok akıllı ve güçlü bir insan. Köyde bu üç aile var. Şimdi bu Kadir Koca ailesi büyüyüp çoğaldıkça onlara Kadirli denilir. Şimdi taa Adana’nın Kadirli ilçesinden insanlar gelir bizim geçmişimiz siz siniz diye. Kabilenin adı bir tek sağ kalan çocuktan geliyor. Bizimde onlarla bir bağımız var. Onlara Kadirli diyorlar bize de Kubatlar deniliyor.
Kadirlilerle akrabalık dünürlük var mı?
Y.Derviş, Elbette var. Köyde bir onlar bir biz varız kız alıp vermeler oluyor. Yoksa nasıl çoğalacak iki aile. Akrabalık oluyor. Bizim köy çok ormanlık bir alan. Laz Ahmet diyor ki gelin siz burada üç kuyu var. Bir araya gelelim sizi orada domuzlar, kurtlar yer diyor. Orman çok büyükmüş. Dedemler korumuşlar ve hala o zamandan ağaçlar var. Şimdi dedemlerin gitmemesinin bir sebebi de bizim köyde bir dergah var. Bu dergah hala yaşayan bir dergah. Mesele Hacıbektaş ve Yunus Emre devlet tarafından bakılıyor. Onların kimsesi yok diye. Ama bu dergah öyle değil yaşayan bir dergah. Bundan bahsetmeden Karacalar ve Kubatlar’dan bahsetmek olmaz. Karacalarda hane sayısı 12’ye çıkınca o türbenin sahibinin abisi köye gelmiş. Nereden gelmiş Dereköyü’nden gelmiş. Oraya ev yapmış.
Bu olayın geçmişinden bahsetmek lazım. Bu türbenin sahibi ve kurucusu Hak Halil hazretlerinden bahsetmekte fayda var.
Hak Halil Hazretleri Peygamber soyundan geliyor
Nereden gelmiş Hak Halil Hazretleri?
Y.Derviş, Hak Halil hazretlerinin dedeleri Kerbela olaylarına dayanıyor. Kerbela olaylarından sonra zulüm gören katledilenlerden geri kalanların ailesi. Kaçarak başka yerlere yerleşiyorlar. Hazreti Muhammet Mustafa Efendimizin evlatları olan torunları olan İmam Hasan, İmam Hüseyin Efendilerimiz şehit edilince Kerbela olaylarından sonra geri kalanlara daha çok zulüm ve eziyet etmeye başlamışlar. Bu Hak Halil Hazretlerinin dedeleri Yemen’e kaçmışlar orada da zulüm görünce Türkmenistan’a kaçmışlar. Aile farklı yerlere dağılmış. Horasan üstünden Malatya ve Yozgat üstünden Dereköy’e gelip yerleşmişler. Ama hiç kimse asırlardır nereden geldiklerini kim olduklarını Hazreti Muhammet Mustafa’nın akrabalarıyız diye söyleyememişler. Çünkü gittikleri her yerde zulüm görüp katlediliyorlarmış. Ta ki Hak Halil hazretlerinin babasına kadar. Buraya nasıl gelip yerleşmeleri çok öneli bir olay. Babasının adı da Ömer, Küçük Ömer derlermiş. Küçük Ömer’in zamanında büyük bir kıtlık olmuş. Bu kıtlık büyüklerimiz tarafından anlatırdı. Küçük Ömer’in Hanımı Hak Halil Hazretlerinin annesi Şahan Hanım varmış. Şahan kaptığını götüren, güçlü kuvvetli bir kadınmış. Şahan Emine. Demişler ki malımızı mülkümüzü toplayalım Balcam Sultan’a götürelim demişler.
Balcam Sultan nerede Karacalar’la alakası ne?
Y.Derviş, Balcam Sultan’ı hiç duydunuz mu? Bizim köyden yukarda dağın başında bir Balcam köyü var Balcam Sultan’da orada yatıyor. Büyük bir Evliya. Balcam Sultan, Bacı Sultan, Kezban Bacı o bölgede yatanlar. Balcam Sultan’a götürelim deniliyor. Ömer Efendi ben bir kurban keseyim. Yemekler yapalım herkes dua etsin. Deniliyor. Öyle de yapıyorlar. Dualar yapıldıktan sonra Ömer Efendi bende içerde bir dua edeyim diyor. Ömer Efendi türbede dua ederken gecikiyor. Kadın gidip haber vereyim yemeğini yesin diyor. Tam türbeye girecekken içerden kalabalık bir ses geliyor. Kalabalık bir dua ediliyor. Kadın hemen geri dönüyor ve içerisi kalabalık ben yeni bir sofra kurayım diyor. Ömer Efendi bir sure daha okuduktan sonra dışarı çıkıyor. Kadın Ömer efendi niye yalnız geldin içerden kalabalık ses geliyordu diyor. Ömer efendi de içerde kimse yok ben tektim diyor. Kiminle konuşuyordun içerden sesler geliyordu diyor. Ömer Efendi de Balcam “Sultanla konuşuyordum”. Kadın, “Ne dedi” diyor. Ömer Efendi de, “Kıtlıkları üzerinizden aldık. Mallarınızı da size bağışladık. 3 gün sonra sen bize geleceksin dediler” diyor. Ömer efendi 3 gün sonra ölecek. İşte o gün sana bir vasiyetim var diyor. O vasiyet ne biliyor musunuz?
Küçük Ömer, Halil’i okutun diyor.
Nedir o vasiyet?
Y.Derviş, O zaman Hak Halil Hazretleri 11 yaşında. Dergâhın kurucusu 11 yaşında. Benim sana bir vasiyetim var oğlum Halil’i okutacaksın diyor. Halil efendi 3 yıl Bolvadin’de, 7 sene Konya’da, 13 sene İstanbul’da tahsil yapıyor. Hocası diyor ki Halil efendi seni Kılıç Ali Paşa camisine imam vereyim. Orada 30 gün Ramazan imamlığı yap oradan aldığın parayla Mısır’da El-Ezher Camisi, ilk cami ve ilk dini bilimler okulu o zamanlar en iyi dini eğitimler orada veriliyor. Ama Halil efendi 27 gün boyunca Vaaz vermesine rağmen hiç para kazanamıyor. Kendi kendine diyor ki ben hiç para kazanamadım. Hocamın dediği günler doldu. Ben hocama nasıl para kazanamadım derim, bari gidiyim de kilisede vaaz edeyim diyor. Papazlara diyor ki burada ne kadar papaz, rahip kim varsa onlara vaaz vereceğim diyor. Büyük bir meydanda 10 bin kişi toplanıyor. Bunlar Hıristiyan, bunlar Yahudi demiyor. Öyle bir vaaz veriyor ki, herkesin ağzı açık kalıyor. Bu nasıl bir adam, bu olsa olsa İsa olur diye bakıyorlar. Herkes kendinden geçmiş. Papazlar bir araya gelmişler bu İsa’mı acaba diyorlar. 2 saat süreyle vaaz veriyor. Daha sonra bir kese kırmızı altın veriyorlar. Bu olayı gören dalkavuğun biri koşa koşa hocanın yanına gidiyor ve sizin Aziziyeli Halil papaz oldu. Kilisede vaaz veriyor diyorlar.
Kilisede vaaz veren bir din adamı? Bu büyük bir sorun olmaz mı?
Y.Derviş, Hocası bulun getirin demeye kalkmadan Halil efendi kapıdan içeri giriyor. Ne yaptın Halil efendi diyor hocası. Oda “Efendim siz ben, camiye imam ettiniz. Bir ay boyunca anlattıkların insanların bir kulağından girdi, diğer kulağından çıktı. Bende sizin buyurduğunuz parayı kazanamadım. Bende bari Hıristiyanlar yararlansın diye onlara vaaz ettim diyor. Karşılığında da bir kese altın verdiler” diyor. Hocası helal olsun bu parayı al Mısır’da ki El-Ezher Camisine git ve eğitimini tamamla diyor.
O papazlarda gelmişlerde kapıdan izliyorlarmış Hocası bu ne Halil Efendi diyor. Halil Efendi de, “Efendim bunlar İsa gülleri Musa gülleri” diyor. Papazlar hemen ellerine kapanıyor ilk keramet orada oluyor. Hak Halil hazretleri Mısır’da baş Müderrisliğe kadar yükseliyor. Din (Profesörü, Rektörlük) mevki. Ben bu işi artık gidip kendi ülkemde yapayım diyor. Halil Efendi Mısır’dan İstanbul’a dönüyor ve bir süre sonra Kadiri dergâhını kuruyor. Padişahın Hacı Ali Paşa diye vezirinden beri daha kıymetli yanından ayırmadığı bir zat var. 3 gün sonra Padişah diyor ki “Neredesin sen 3 gündür haber alamıyoruz. Oda efendim benim çok kıymetli bir Şıhım var ona hizmet ediyordum diyor. Padişah’da gelsin de birde biz görüşelim diyor. O zamanda gerçekten bir prensip varmış. Gizli bir halı sererlermiş altına çivi koyarlarmış. O tür adamları sınamak için. Bu Şıh’mıdır, Evliya’mıdır imtihan edilirmiş haberi olmadan. Hak Halil hazretleri gidince halıya basmadan kenardan gidince Padişah ayağa kalkmış. Efendim ben size bir makam vermek istiyorum demiş. Hak Halil Hazretleri, “Efendim biz makam mevkiyi ancak Cenabı haktan isteriz ancak sizinde lütfu ihsanınız’da geri çeviremeyiz diyor” medresede rektörlük gibi bir görev veriliyor. Ama Şeyhülislam bu durumu çekemiyor. Fetva veriyor. O zaman fetva verilen kişi ya idam ediliyor ya da zindana atılıyor. Padişah bir bu kararı değiştiremiyor.
———
Geri